Ana içeriğe atla

Cat-astrophe

Tepedeki Güneş


1307 Kasım 23 Kheyr-i yaer innag'ın Del'verhan köyü yakınları 


Wonas yüzüne vuran sabahın ilk ışıklarıyla uyandı yavaşça yatağından çıktı geceliklerini çıkardı ve aynada vücuduna bakmaya başladı göğsündeki büyük karanlık ve çürümeye başlayan kısımlar ona ölümü hatırlatıyordu her sabah. "Zamanım gittikçe kısalıyor." Halkının bu kadar hasta olduğunu bilmesini istemiyordu standında asılı duran zırhına uzunca bir göz gezdirdikten sonra giyinip odasından çıktı kapıda bekleyen iki muhafız Wonas'ın bu kadar erken kalkmasına şaşırmışlardı. Wonas onlarla bir dakika bile harcamadan ana salona doğru ilerledi havada bir gerginlik vardı. Salona girince bütün bakışlar Wonas'a kitlendi o ise sadece düşmanlarının yağmalanmış eserlerinden yapılmış tahtına ilerledi ve oturdu elinin bir hareketiyle adamlarına toplanmasını işaret etti, bu el hareketini fark eden adamları etrafına toplanmasını bekledi ve konuşmaya başladı. "Bölgemizin yönetimindeki gücümüz her geçen gün azalıyor, eğer kısa bir sürede bir şey yapmazsak ayaklanacaklar… ve bunu istemeyiz değil mi?"

Baş büyücü johan ileri doğru bir adım attı ve kendinden emin bir ses ile konuşmaya başladı:

"İnsanları sınırlamanın tek yolu korkudur. kemiklerine kadar sizden korkmalarını sağlamalıyız Lordum. İşte o zaman size karşı bir güçleri kalmaz."

Wonas meraklı bir ifadeyle başını kaldırdı ve cevapladı

"Peki bunu nasıl yapmayı planlıyoruz Johan?"

Baş büyücünün yüzüne bir gülümseme oturdu

"Neden size karşı isyana başlayan köylerden birini yağmalıyoruz … lordum. Bir köy yağmalanır ve diğerlerine ibret olur. Curhiel harika bir hedef olabilir onlara korku serpersek otoriteniz bir daha sarsılmaz ve gücünüze güç katarsınız…"

Wonas bu fikri beğenmiş bir şekilde tahtından ayağa kalktı ve kürsüye doğru yürüdü.

"Her zamanki gibi haklısın Johan" 

Kürsünün önüne geçince kürsüyü iki tarafından sıkıca tuttu ve meydana göz gezdirdi.

"TOPLANIN ZANHARLILAR , HAZIRLIKLARI BAŞLATIN BU GECE KHIDALL ADINA YAĞMALIYORUZ" Sesi gür ve kendinden emin çıkmıştı. Toplanan halk ise yöneticilerin bu fikrini onaylarak gürlediler herkes uzun bir süredir cihat etmeyi bekliyordu. Kalabalık sıkılaşmaya başlayınca Wonas'ın baş adamları kalabalığı dağıttı ve herkesi gitmesi gereken bölümlere yönlendirdi herkesin hazırlıklarının bu gece için tam olması gerekliydi. Kalabalık dağıldıktan sonra kendileride salonu terkettiler salonda bir tek Wonas ve Johan kalmıştı "Lordum hastalığınızın kötüleştiği hakkında bilgim var... son anlarınızı en yüce şekilde yaşamanızı sağlayacağım…"

Wonas hafif kederli bir ifade ile Johan a baktı.

"Bir yatakta yaşlı bir bunak gibi ölmek istemiyorum Johan" Johan'ın gözlerinin içine baktı. "Bir savaşta cesurca ölmek istiyorum" derin bir iç çekti. " babam gibi halkıma bir örnek olmak istiyorum." Johan hafif endişeli bir şekilde tepki verdi. "A-ama bu uğruna uğraştığınız her şeyi tehlikeye atmaktır Lordum!" Wonas elini Johan'ın omzuna koydu "Johan eski dostum başbaşayız bana lordum demene gerek yok... ben vaktimi tükettiğimde başa geçmeni istiyorum vasiyetim öldüğüm gün eline geçecektir." Johan bu duruma üzüldüğünü belli eden bir ses tonu ile konuştu. "Wonas böyle konuşma dostum..."

Johan, Wonasa doğru birkaç adım attı ve boynuna sarıldı.

"Bir savaşta ölmek istiyorsan savaş çıkaracağız o zaman!" Diye haykırdı Johan. Wonas ani sarılmanın şokuyla söyleyecek bir şey bulamadı o da Johan'a sarıldı yavaşça. Bir sürelik sessizlikten sonra birbirlerinden ayrıldılar. Johan tek bir kelime daha söylemeden yavaşça salonu terk etti kapıyı da arkasından kapattı. Wonas kendini tahta bıraktı ve bir süre öylece oturdu bütün hayatı boyunca çalıştıklarını riske atmaya değer miydi bu savaş? ama bir şey yapmazsa elbette hepsi yok olacaktı ve unutulacaktı. Saatlerce tahtta oturup düşündü. Salonun camlarından içeri vuran turuncu ışıklar ile güneşin batmaya başladığını farkedince tahtından kalktı kapıya ilerledi ve açtı karşılaştığı manzara kendini gururlandırdı halk sözlerine hazırlanmış, zırhlar giyilmiş, atlar mıhlanmıştı. Bu manzara yüzüne bir tebessüm oturttu. Halkın arasından ilerledi yanından geçtiği herkes ne işle uğraşıyorsa bırakıp onu izliyordu. Wonas sonunda ahıra ve onun için atını hazırlamış olan Johan'ın yanına vardı eski dostunun omzunu ovaladı ve atına atladı. Ahırdan çıktılar ve halkın önünde durdular, Wonas kılıcını kınından çekti ve bir hareketiyle adamlarına işareti verdi atlar ayaklandı ve gecenin kendini bilmez soğuğuna yolculuk başladı. Atlar kumu adeta yararak ilerliyor arkalarında kumdan bulutlar oluşturuyorlardı. At üzerinde yaklaşık bir saattir yol gittiler ve işte köy ufukta gözüktü. yakınlardaki bir kum tepesinde toplandılar ve tüm ışıkların sönmesini beklediler. ışıklar söndükten sonra onlarca atlı ve meşaleli süvari köye doğru tepeden köye indiler. Meşaleleri camlardan içeri fırlatmaya, saman balyalarını yakmaya başladılar. Gürültüye uyanan bir kaç kişi direnmeye, kaçmaya çalıştı fakat nafile köy alevler içinde kaldı çoğu kişi yanarak kalanlar ise şişlenerek hayatlarını kaybetti. Bu gaddarca yağmalamaya rağmen Wonas kalbi rahat bir şekilde,  öldürdüğü öz abisinin kanı üzerine kurulmuş krallığına büyük bir gururla geri döndü. Bu yağmalamanın bir savaşa neden olacağını biliyordu. Ve karşılık vermekten çekinmeyecekti.


Renkler ve Alevler


Zara yüzüne perdelerden sızan ışığın yüzüne vurması ile uyandı, içinde hissettiği fakat ne olduğunu anlayamadığı kötü bir his vardı sanki içini siyah bulutlar kaplamıştı fakat bunun ne olduğunu pek düşünmemeye çalıştı. Üzerini giyindikten sonra mutfağa inip kahve altılık bişeyler hazırladı, masayı donattı ve süsledi. Kocasının yokluğu tekrardan aklına gelince Zara derin bir iç çekti, yokluğu uzun düredir canını sıkıyordu fakat bunu o ve Amira için yaptığını söylerek kendini teselli etti, sonra merdivenlerden yukarı biricik çocuğunun odasına girdi yatağında yanı başına oturdu ve saçını okşadı, üzerine eğilip yanağından öperek uyandırdı.

"Günaydın limonlu kekim~" gözlerini zar zor açan Amira başını kaldırıp annesine baktı. "S-Sabah mı oldu?" Annesi nazikçe başını okşadı ve kalkıp odadan çıktı, çıkarken de arkasından. "Hadi üstünü giyin de gel kahvaltı hazır, alt katta bekliyorum canım." Zara yataktan hızlıca kalktı üzerini iyindi ve merdivenlerden kayarak alt kata indi koşarak masaya oturdu,"Günaydın anne!"

"Hey kuralları biliyorsun sofraya oturmadan önce ellerini yıka." Diye seslendi arkasını dönmeden, Amira istemeden de olsa kalkıp ellerini ve yüzünü yıkadı sonra sofraya oturdu "Tekrardan günaydın anne." Zara hafifçe gülerek "Tekrar günaydın tatlım." dedi ve sofraya Amira'nın yanına oturdu. Amira hızlıca kahvaltısını yapmaya başladı yiyebileceği kadar hızlı yiyordu. Zara yavaşça Amira'nın sırtını okşadı."Yavaş ye boğulacaksın."dedi hafiften gülerek.

"Y-yavaşlayamam D-Dorilerle kumda oyn-namaya gidicez." dedi her kelimenin arasına bir lokma sıkıştırıp karnını tıkabasa doyururken. "Tamam tamam çok geç kalmayın olur mu?" Amira başını kaldırıp annesine baktı "Aldun amcalarda kalıcaz, bu gece beni bekleme!" dedi ve hızlıca fırlayıp ön kapıdan evi terk etti, arkasından hızlıca yetişen Zara kapı eşiğinde durdu ve arkasından seslendi. "Kendine dikkat et! Seni özlicem!" Deve üzerinde oturan Dori ve amcası Aldun sokağın karşısında bekliyordu Amira'yı. Yanlarına gidince Amira'yı da tutup devenin sırtına bindirdi. Aldun nezaketten Zaraya el salladı ve deveye atladı. Devenin hareketlenmesi ile yolculuğa çıktılar ve köyden uzaklaştılar. Zara ne kadar Dori'nin amcası Aldun'a güvensede içindeki kötü his bir türlü yakasını bırakmadı. kafa dağıtmak ve kafasını bu hislerden uzaklaştırmak için dağınık olan odaları topladı ve tertemiz bıraktı. Tüm işleri bittikten sonra rahatlayarak derin bir nefes aldı, üst kata odasına çıktı, şovalesini hazırladı, boş tuvali yerleştirdi ve boyaları palete akıttı bu Zara'nın gizli tutkusuydu içini bir rahatlama sardı fırçasını kavradı ve hissettiklerini tuvale akıttı. Başlangıçta renkli bir halde olan resim sonra grimsi ve soluk bir hava aldı sanki ölüm bulutları uçuşuyordu, bugün Zara'nın üzerinde. Resim çizerken zamanı farketmemişti Güneş neredeyse batmak üzereydi perdelerini çekti ve kendini yumuşak yatağın üzerine bıraktı. Bu sessiz ve sakin köydeki hayat eski hayatından çok daha iyiydi fakat hala biraz aksiyonu özlüyordu. Ne olduğunu daha anlamadan gözleri yavaşça kapandı ve tatlı bir uykuya daldı. Sabahın seherinde çıtırtı sesleri kulaklarını tırmalamaya ve bir yanık kokusu burnunu kavurmaya başlıyordu. Çığlıklarla birlikte gözünü açtı apar topar pencereye koşup perdenin arasından baktı, gördüklerine inanamıyordu köy yağmalanıyor, barbarlar insanları doğruyor, evleri ateşe veriyordu. Zara o an burayı hemen terk etmesi gerektiğini anladı masanın üzerindeki seyahat çantasını aldı ve omzuna astı. Koşarak  merdivenlerden aşağı indi, alt kat alevler içerisindeydi adeta cehennemden bir manzara. Alevlere olabildiğince dokunmadan aralarından geçmeye başladı. Kapıya yaklaşmıştı arka kapıdan kaçabilecek ti, fakat iç acıtan bir çatırdama sesine doğru döndü gördüğü son şey alevler içerisinde üzerine düşen bir kiriş...


Yorumlar